Mevsim Sarıydı Günler Kara - ŞİİİR

 Sürgünler süzülen bir Eylül’dü

-En sarısından-

Darbeler vuruluyordu sevdaların alın yazısına
En sancılısından
Suspus, ihanet dolu hikâyeler kuşattı caddeleri
En sarsıcısından
Ve sonrası,
Aramızda duvar gibi kabuslar kabuslar hep duvar...

İhtilâlin şeytanî soluğu kurutuyordu yüreklerimizde filizlenen gelin çiçeklerini
Artık eve gelmiyordu her akşam ellerinde sıcak ekmek taşıyan babalar
Askerlere küsmüştü her sabah katıksız ekmeklerini göz yaşına banan çocuklar

II-

Sen;
İnatla kuşlar yapıyordun
Sürgün yemiş harflerden
Son gücünle...
Benim;
Pencere pervazlarımda kayıtlara geçmemiş okundu damgalı ölü kuşlar

İhanetlerle sarsılırken tabutluklar idam kokusu siniyordu gerekçesiz ölümlerden
Sanki hücreler zehri taşıyan sarmaşıklar gibi katline hazır fidanların
Sevgili diyordun bir gün yağmurla dolduracağız sokakları
Yeniden akacak Ankara ayaklarımızdan.
Kız çocuk dudaklarında alacağım kaldı

III-

İpekten tüller takacağım besmelesiz dokunmaya kıyamadığım saçlarına,
Utangaç yıldızlardan teller saracağım bozkır yelleri oynaşan kollarına

İnciler dizeceğim yolarına. Kara denizim, kadınım, kısrağım, kara sevdam
Tellerle tüllerle töresiyle öpeceğim ak alnından.
Gök girsin kızıl çıksın yar

Bak zemherîden kalma zehirli sancılarla eğiliyor çınarlar vuslatsız sevdamıza
Islak şehrin çaresizliğine sığınırken yanık kitap kokularına karışan hatıralar
Haritalardan saklanıyor mezbahadan bozma katlime hazır zindanlar
Karanlıkta kor kor iz bırakıyor sıcak avuçların uzaklaştıkça ayaza kesmiş ellerimden
Islak yastığımın tanığıdır Hz Peygamber, ranzaların gözyaşları demirden değil
Şefaatçisi olsun gül yüzlü Muhammet bizden uzak düştüyse bugünler ve yarınlar

Gökyüzü neden bu kadar ıssızdır ustam?
Samyeline teslim semalar, sokağa çıkmak yasaktır diyen seslere boyun mu eğdi
Yağmur bakışlı Serçeler, mahcup posta güvercinleri nerede, martılar maviye mi küstü
Ölüsüne razıyım avucumda son nefesini veren okundu damgalı ürkütülmüş kuşların

IV-

Kıyametin habercisi mi?
Kurtlanan resimlerin siyah beyaz yasını taşıyan bu sessizlik
Eylül hep böyle kızıl mıydı?
Yağmur aralıksız yağsa, yıkayabilir mi kaldırımlardaki yası
Geceler bana ağlıyor senin gözlerinle ben içime yağıyorum seher vakitlerinde
Ey yağmur, sen söyle türkümüzü sevgiliye
Yorgundur artık eski radyonun yüreği ana oğlun öldü diye seslenmekten


Şu yüce dağları duman kaplamış
Yine mi gurbetten kara haber var
Seher vakti burda kimler ağlamış
Çimenler üstünde gözyaşları var


Senden kalanları haraç mezat sattılar, aşkıma bir kuruş veren olmadı
Ellerime al kına yaktılar yar, ağladığım görünmesin diye al tülü örtüler
Ben kefenimle yürürken, geline bak geline deyip, düğün dernek yaptılar


Biliyorum, vebali benim boynumdadır artık dağlarda kanadı kırık gezen kartalların
Benim boynumuzdadır artık kanla barutla düğün yapanların

V-
Yalnız saçlarını ver diyorsun ustam
Kaç kez doladım boğazına şiirlerimin tel tel kavruldular
Artık ana sunacak kül rengi birkaç şiirim bir de mazisini yitirmiş aşkım

Oysa, ağzı süt kokan bir sabahta yeni doğmuş bebek sesine uyanmalıydık
Bir kirpik mesafesi araladığın gözlerinle, uyu sen kadınım
Diyemediğin tüm sabahlardan sesleniyorum
Yalnız Araf’takiler bilir, Cennet ve cehennem aynı kalpte nasıl taşınır
Sen benim yolumdan gelme artık, ben senin yolunda öleyim ustam

Sakın ağlama diyorsun, tek damlası ile gözümde denizler taşıran kadın
Aramızda düşman gibi dursa da zaman ve mekan aynaya bak
Oradayım...

Aynada iki kan çanağı damla damla kara kanla doluyor ustam
Sen de biliyorsun ki, hiç bir yol bana uymadı senden başka

VI-
Başlamak için geç, dönmek için geçse yol ayrımına çabuk varılır
Giderken boynuma astığın üç hilalin alevi dururken göğsümde
Allahın yaktığı ateşi södürebilirsin diyorlar
Ustam,
Dostum, öncem ve sonram

Allahu Ekber…
Gök girsin kızıl çıksın artık yâr...